20 Kasım 2007 Salı

beş milyon'a vahşi bir şeyler

ölüler onlar ölü...

hatta at bile değiller.

çok şaşkınım.

eğlencenin bir parçası, hatta eğlencenin tam kaynağı olmalıydılar. ama sadece acıklılar.

tahtadan, renkli, at süsü verilmiş bir şeyleri çubuklara geçirip bi aşşağı bi yukarı oynatıyorlar.

çocuklar da ne saf.. sevinip bu tuhaf "eğlence" ye katılıyorlar.

ana-babalar; çocukları bu ruhsuz şeylerin üstünde tepişsin diye para veriyor ve içten içe yavrularını mutlu ettikleri için çok ama çok keyifli oluyorlar.

sonra o çocuklar bir ata hiç dokunmadan, o koşarken tüylerinin parıl parıl parlamasını seyredemeden büyüyorlar.

onlar öyle büyürken; bu lunapark objesi de kim bilir kaç kerelerce sökülüp başka yerlerde kurulmuş olacak.

sevdiğimi sanırdım aslında. renkli, ışıklı mışıklı ya...

ta ki...

bir sabah o ölü atları çubuklara geçmiş şekilde yatarken görene dek.

duydum ki şehre atlı karınca geliyormuş. . .

28 Ekim 2007 Pazar

derin bir nefes ihtiyacı ve beklettikleri

derin bir nefes aldığımı hayal ediyorum.

alıyorum.

ne kadar ciğerim varsa hepsi dolup taşıyor.
taşamaz. sadece doluyor.

gözlerimi kapıyorum içimdeki boşluk genişledikçe.
boş değil aslında, sadece hava, iyimserlik.

boğulma hissi geçince açıyorum gözlerimi.

her şey iyi olmuş.

ben kendimi bulmuşum.
olmak istediğim yerde, yapmak istediğimi yapıyorum.

ve

artık her istediğimde nefes alabiliyorum.

23 Ekim 2007 Salı

bir piyano solosuna aşık oldum

evet.

ironik bir durum

kendime okul bakarken; "sirk sanatları" diye bir bölüm buldum. tabi ki yurtdışında.

lastik kız falan olsaydım okumak isterdim.

ya da cüce,

ya da parmak kız.

en olmadı kafamı aslanın ağzına sokardım. ama korkarım.

çok güzel göründü uzaktan.

ironik: çünki palyaço olucaklar.

21 Ekim 2007 Pazar

çimenlerde koşabilirim ve kalanları hiç umursamam

aslında hiç umrumda olmayan şeyler umrumdaymış gibi yapmam gerekiyor bazen.

bazen de umrumda değilmiş gibi yapamıyorum. kızarıyorum. çaktırıyorum. saklanamıyorum.

mesela şu an umrumda değil. çünki mukavvaların zamanı geçti. mukavvalar olmasa da... şimdi canım istemiyor işte onu umursamak.

kendimle ilgiliyim daha çok, şu dakikalarda.

omuzlarıma çökenler kalktı sanki yerlerinden de.

oh.


16 Ekim 2007 Salı

tuhaf sesler duyuyoruz

inanmaz aslında böyle şeylere, gülüp geçer...

bir takım sesler duymuş rüyasından uyandıran. ama tatlı tatlı.

merak etmiş beni.

ben iyiyim ya sen?

"ben de iyiyim...

uyuyordum, sonra bir ses, sanki senin sesin, uyandım.

merak ettim bir şey mi oldu diye."

...sesi titriyor.

benim de içim...

yine yine soruyor.

alışkın değilim onun böyle heycanlarına.

"neredesin, yalnız mısın.. merak ettim ben."

ben inanırım böyle şeylere, telaşlanırım. sanki üstün güçlerim varmış gibi.

telaşlandım.

sanki ona bir şey oluyormuş gibi.

olmuyormuş.

iyiymiş o da.


çok tuhaf;

inanmaz ki o böyle şeylere...

hele sesinin titremesi milyonda bir.

uykusunun arasında sesimi duymuş.

"baba" demişim.




14 Ekim 2007 Pazar

önemli olan iç güzelliğiydi

aldıklarını bir kese kağıt içine koyup, önüne de renkli lolipoplar iliştiren bir oyuncakçıdan "çiçek dürbünü" aldım kendime.

daha evvel görmemiştim. içine jelimsi bir şey koymuşlar.

benim bildiğim içinde bocuklar olurdu.

bu da güzel olmuş, en güzel renklisini aldım ben kendime. mor var, sarı var, yeşil var, mavi var, turuncu var.

mavi var en önemlisi.

bir de mor.

dışı çirkin ama.

içi güzel.

çevirdikçe, farklı renklerde baloncuklar katılıyor kalabalık yapan diğer baloncukların yanına.

ama kötü olan, sadece ışık varken oluyor tüm bunlar.

ışık yoksa renk de yok.

ışık yoksa baloncuklar da yok.

ama olsun; ışık yoksa mum yakılır.

mumun önüne eller konup köpek yapılır, tavşan yapılır, kurt yapılır, yani yapılabilir bunlar ellerle.

kaleydoskop yoksa, ışık da yoksa; o zaman gözler kapatılır.

hayal edilir.

garip ama gözler kapalıykenki karanlıkta renkler yaşamaya devam ediyor.

"bu mavi bir portakal" veya "bu sarı bir maymun" diyebiliyor insan rahatlıkla.

lcd ekrana teşekkür


bir anda çıkıveriyorlar, yemeklerini bitirmişler herhalde.

çıkıveriyorlar ellerinde kılıçlarla. oyuncak. tahta.

halbuki tahta ne güzel bir malzeme, hem kokusu...

oyuncak kılıçlarla savaşıyorlar birbirleriyle. filmlerdeki gibi. hiçbiri karnına geçirmiyor düşmanının, dakikalarca üst bedenleri hizasında vuruyorlar, tahtaya yakışmayacak kılıçları birbirlerine.

kimsenin aklına direk göbeğe saplamak gelmiyor kılıcı.

dakikalarca vuruyorlar birbirlerine.

kadınların orda olduklarında kendilerini iyi hissettikleri mağazanın önüne geliyorlar; biri diğerini mağazanın alarmının oraya sıkıştırıyor, tam dayayacak silahını düşmanının boynuna; son "pis pis" sırıtışını yapacak onun suratına; ego manyağı olacak ki...

pat!

karşı mağazanın vitrinindeki çizgifilmi fark ediyor savaşçılar birden.

"aa baksana, tom jerry'ye n'aapıyo!"

"ay çok komik!!"

kılıçlar düşüyor.

deminki sert surat ifadesi, hırs, öfke,

fark ediyorlar ki onlar "çocuk"lar.

onlar çocuklar daha.

kılıç yerine tom ve jerry onları büyüten.

savaş değil, hayal gücü onları besleyen.

bu nedenle; eğer okuyorsa...

çok teşekkürler lcd ekran! onlara çocuk olduklarını hatırlattığın için.

zaten tahtadan silah olmaz.

tahta güzel kokar.

kin gibi değil.

dünyanın her yerinde balon şapkalar geziyor

http://www.balloonhat.com/

çok enteresan bir proje bence, dünyanın neresinden olursa olsun tüm insanoğlunun yüzünü güldürebiliyormuş balon şapkalar.

üşenmemişler. gezmişler. şişirmişler. çekmişler. yayınlamışlar; hem internette hem de kitap olarak.

ben de istiyorum kafamda bir tane.


bu linki bana yollayan çıt çıt'a teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunmaktayım.







8 Ekim 2007 Pazartesi

toz

mavi uykulumun da kitabı olacak her sayfasını kendi ellerimle diktiğim.

mavi uykulum da sonsuza dek rüya görecek.

rüyasından uyanırsa eğer; büyü bozulacak.

çünki galiba sonsuz olamaz hiç bir.

"galiba" da çok kararsız bir kelime.

acaba?

kaçıp da çıkamayandır

"ufo olsun adı." dedi.

ufo kaldı.

çikolata yemeliyim. yoksa ufo'yla yaşamayı öğrenmem gerekebilir.

ay şey...

bir de..

ne istediğimi bilebilmek.

çok mu oldu?

göze nane kaçışı

kafama kırmızı kırmızı balonlarla vurmak istiyorum.

sonra da onları sevmemek. uzaklaşmalarını istemek. sonra yeniden emeklemek. dönmek. ilerlemek. cüret etmek.

elde edip, sevinmek.

kikirdemek.


parktaki şişman adam

ne zaman bizim parka gitsem; gökyüzündeki şişman amcayla karşılaşıyorum. ama başka yerde değil. sadece bizim parkta.

o, beyaz üstü lekeli gömleği; ve patlamaya hazır, son derece gergin düğmeleriyle çok tombik.

bir tek de bana görünüyor sağolsun.


vaz geç tim

ı ıh.. kesmem ben...

seviyorum be ..

mukavvalarla aramdaki münasebeti.

27 Eylül 2007 Perşembe

zehirli mantar panosu

geçen yazdan beri kesemediğim mukavvaları asıyorum üzerine. tok tutarken yavaşça öldürüyor.

torna makinasının hayatımdaki yeri

başımı döndürüyor. şimdilik.


mukavva kesmek gibi

yok olmuyo. kafandan atamıyosun ya da atıyosun da işine gelmiyo. ya da bütün yaz oturdun ya ondan belki. vücudunla beraber onu da büyüttün abarttın artık yuh!

ama üstü başı seloteyp olmuş makası alıyosun eline, "kesicem bu kez kararlıyım" diyosun. geçiriyosun makası, ittiriyosun; baş barnaanı acıtıyosun, baya hem de, sıkıyosun... kesilebilitesi bir yana; kendisinin "mukavva""lığından şüphe duyduracak bir biçimde orta kısımdan yumuşakça ezilip, yanlara doğru büzülmesi söz konusu.

altı üstü dicen ki:









23 Eylül 2007 Pazar

baayaa eteği vardı onun!

geçenlerde, ince uzun renkli balonlardan bir kız çocuğu yaptım. ellerini iki yana açmış, etekli, şirin mi şirin bir kız çocuğu. eğer seni çok severse boynuna bile atlıyor. o derece de sıcakkanlı bir şey... onun yaşlarında bir erkek çocuğuna verdim balonkızı; "bak bu bir kız çocuğu, eteğini de giymiş ne kadar sevimli diiiğ mi.. arkadaş olun siz onunla" dedim. "evet bu kız. tamam." dedi gitti. çok mutlu oldum. ruh sağlığım yerinde diye sevindim. o da gördü balonkızı! oley!
birkaç dakika sonra elinde balonkızla geri döndü çocuk. "bu bir silah, bak ben şimdi burasıyla ateş edicem, öldürücem!"

benim ruh sağlığım yerinde, yerinde de... onlarınki ne hallerde kim bilir.

öhöm.. şey.. amaç....

yok belli bir amaç. içimden karşı konulamaz bir istek geldi bunu yapmam için. "hayır ola!" deyip tıkır tıkır yapıverdik. an geldi tıkandık "isim koyunca herkes ilk ona bakacak, önyargılar.. ah.. benden bir şey olmalı ama ben şimdi nasıl bir başlık bulayım bir anda... ne yapacağımı yazacağımı bile bilemezken!" isim koyduk, bir de adres!.. of... "adres çok uzun olmasın, türkçe karakter olmasın, komik oluyor hali sonra. yildizkafali komik mesela. ama yine de yıldız kafalı işte. anla." uzun ikisi de. ve ikisi de benimle ilgili çok da bir şey söylemiyor belki. neymiş; önyargılar iyi değilmiş. okuyup bakmak lazım nasıl bir şey bu. okuyup bakmak falan diyorum da. ne yazıla ki buraya... bulunur bir şeyler, kesin!

ama balonları severim, hem de ziyadesiyle.

ne yani... kocaman kız?

ne ki?

bir blog!